Göç Yönetimi: Eşikteki İnsanlık, Ulusötesi Krizler ve Çözümler
İndir
Özet
21. yüzyılın eşiğinde göç, artık yalnızca bir nüfus hareketi değil; siyasal düzenlerin, toplumsal dokuların ve ekonomik dengelerin birlikte sınandığı çok katmanlı bir gerçekliktir. Tarihin her döneminde imparatorlukların yükselişinde ve çöküşünde, şehirlerin büyümesinde ve sınıfların yeniden oluşumunda göç belirleyici bir rol oynamıştır. Bugün de aynı süreklilik, daha yüksek hız, daha geniş ölçek ve daha derin kırılganlıklarla karşımızdadır. Sınırlar keskinleşirken yollar çoğalmakta; güvenlik söylemleri büyürken insani ihtiyaçlar daha görünür hâle gelmektedir. Bu nedenle “göç yönetimi” artık idari bir teknik değil, medeniyet tahayyülünün doğrudan konusu hâline gelmiştir. Bu kitap, tam da bu tahayyülün bilimsel ve politik düzlemde yeniden kurulması gerektiği fikrinden doğmuştur.
Modern çağın göçlerini ayırt eden temel nitelik, hareketliliğin nedenlerinin iç içe geçmesidir: savaş, yoksulluk, iklim krizi, devlet kapasitesinin aşınması ve eşitsizlik. Bu bileşim, göçü basit bir “itme-çekme” denkleminin ötesine taşır; onu küreselleşmenin kalbine yerleştirir. Ulusötesi ağlar, diaspora ilişkileri ve dijital iletişim, göçmen deneyimini yeni baştan şekillendirirken, ev sahibi toplumların algıları ve siyasal tercihleri de bu dönüşümden doğrudan etkilenir. Popülist ideolojilerin yükselişi, göçle ilgili tartışmaları sadece sosyolojik değil, aynı zamanda keskin biçimde siyasal bir alana çekmektedir. Kısacası, göç hareketliliklerinin geçmişteki etkin rolü bu yüzyılda da sürecek; fakat artık daha karmaşık bir düzlemde kendini yeniden üretecektir.
Göç yönetimi, bugün devletlerin kapasitesini ölçen bir turnusol kâğıdıdır; hem normatif ilkeler hem de kurumsal pratikler açısından. Sağlık, eğitim, sosyal politika, çocuk hakları ve insan güvenliği gibi alanlar, göçün etkileriyle yeniden tasarlanmak zorundadır. Uluslararası kurumların ve bölgesel işbirliği mekanizmalarının rolü genişlerken, ulusal düzeyde siyasal irade ve bürokratik koordinasyon daha kritik hâle gelmektedir. Ancak her “düzenleme” kendi karşıtını da üretir: dışlayıcı dil, güvensizlik ve toplumsal gerilim. Tam da bu nedenle, yönetim kavramı yalnızca “kontrol” değil; aynı zamanda “uyum”, “hak”, “adalet” ve “sürdürülebilirlik” demektir. Göç meselesi, dar bir güvenlik penceresine sığdırıldığında büyür; geniş bir toplumsal akılla ele alındığında yönetilebilir hâle gelir.
Bu noktada akademiye düşen sorumluluk, meseleyi yalnızca betimlemek değil; kavramsallaştırmak, ölçmek, karşılaştırmak ve politika tasarımına sahici katkı sunmaktır. Göç yönetimi alanında daha çok kafa yormak, daha çok mesai harcamak, daha çok disiplinlerarası işbirliği kurmak zorundayız. Zira akademi susarsa, sahayı sloganlar doldurur; veri geri çekilirse, önyargı ileri yürür. Göç, bilgiyle yönetilmediğinde, korkuyla yönetilmeye başlar; korkuyla yönetildiğinde ise mesele bir “kriz” olmaktan çıkıp kalıcı bir “yara”ya dönüşür. Burada bir cümleyle söylemek gerekirse: Göç, kendi kendine akıp giden bir nehir değildir; yatağı doğru açılmazsa taşar, taşarsa yıkım getirir. Ve evet, bazen “insanlık eşikte” kalır; eşiği yükselten de alçaltan da akıldır, bilimdir, adalettir.
Elinizdeki çalışma, göçün bu çok boyutlu niteliğini, farklı ölçeklerde ve tematik alanlarda ele alarak bir tartışma zemini kurmayı amaçlamaktadır. Kuramsal çerçevelerden uluslararası kurumların işleyişine, bölgesel dinamiklerden Türkiye bağlamındaki siyasal söylemlere; eğitimden sağlığa, sosyal politikadan çocuk haklarına uzanan bir bütünlük içinde, göçün yönetilebilirliğini yeniden düşünmeye davet ediyoruz. Ayrıca iklim göçü gibi geleceği belirleyecek başlıklara eğilerek, “bugünün sorununu” yarının senaryolarıyla birlikte okuma çabasını öne çıkarıyoruz.
Son söz yerine, bu kitabın adındaki vurguyu tekrar etmek yerinde olacaktır: Eşikteki insanlık, ulusötesi krizler ve çözümler… Eşik, bir tercihtir; ya içeri alır ya dışarıda bırakır, ya ortak akla çağırır ya ortak vicdanı aşındırır. Biz, bu eşikte insanı merkeze alan; fakat romantik değil gerçekçi, duygusal değil analitik, tepkisel değil kurumsal bir yaklaşımın mümkün olduğuna inanıyoruz. Göçü yönetmek, bir ülkenin yalnızca kapasitesini değil, karakterini de gösterir; merhametin akılla buluştuğu yerde kamu düzeni güçlenir. Bu eser, göçün gelecekte de belirleyici olacağı dünyada, akademik bilgi ile politika aklını aynı masaya çağıran bir davettir. Kabul edilirse, küresel bir sorunu yönetilebilir kılacak yollar çoğalacak; edilmezse, göç yönetilmez bir küresel sorun olarak büyüyerek hepimizi sınamaya devam edecektir.
